23 Ağustos 2014 Cumartesi

İŞÇİ ÖĞRENCİ GENÇLİK




Bugün, AKP hükümeti ile hayatımıza giren Liberalleşme politikalarıyla önü açılan taşeronlaşma sisteminin de etkisi ile , işçi sınıfının  bir bileşeni daha  var.Bu yıllardır var olan ama günümüzde sayısal olarak artış gösteren yeni bileşen,kendi içinde part time olarak çalılan Kadın – Erkek – Çocuk ve etniksel kimlikler gibi  farklılıkları barındırıyor .
Örneğin iş ilanlarında sıkça karşılaştığımız ‘’bayan personel’’ arayışının altındaki ayrıntı , Beden gücüne dayanan , vasıfsız işçi dediğimiz iş alanlarında özellikle Erkeklerin tercih edilmesi , 4+4+4 eğitim sisteminin önünün açılması ile okullardan alınan öğrencilerin çocuk işçi konumunda çalıştırılması yada bir Kürt gencinin  çalıştığı  Türkiye coğrafyasında hem ucuz işçi gücü olarak görülmesi hemde ulusal kimliğinden kaynaklı ezilmesi yeni bileşenin  mevsimlik işçilere benzemekle beraber kendi içinde taşıdığı  farklı ayrıntılar arasında gösterilebilir.
İşçi sınıfının  sayısal olarak artış gösteren ve burjuvazinin iştahını kabartan  bileşeni, çoğumuzun parçası olduğu öğrenci işçiler.
Komunist parti manifestosunda yer alan “burjuvazi şimdiye kadar onurlandırılmış ve hürmetle karşılanmış tüm etkinlikleri çevreleyen hâleyi çekip aldı. Doktoru, hukukçuyu, rahibi, şairi, bilimadamını ücretli işçiye dönüştürdü” ifadesinin sonunda anılan örneklere üniversite öğrencilerini de katmak hiç de abes olmayacaktır bugün.
Öğrenci işçiler, özellikle üniversite gençliği içerisinde giderek yaygınlaşmakta.
 Günümüzde gittikçe sayısal artış gösteren   öğrenciler , YÖK yasalarınca da okulda Part Time çalışma sistemi ile , öğrenim hayatının aslında aynı zamanda ucuz işgücü olarak istihdam edilme dönemi olduğunu görüyor .
Bu durum da üniversitelerin biz öğrenciler için  esnek emek üreten bir fabrika haline getirilmiş  olduğunu gösteriyor .
Okul zamanı, part-time işlerle para kazanmaya çalışan öğrencilere özellikle okulların kapanmasıyla birlikte tam zamanlı  sömürü sürecine dahil olan çok daha büyük bir kitle eşlik ediyor.
Bu yoğunluklu kitle içerisinde inşaat sektörünü tercih eden öğrenciler arasında durum biraz  daha vahim.
Şöyleki kısa bir araştırma yapacak olursak inşaatlarda çalışarak okul harçlığını çıkartmak isteyen ve iş cinayetlerine kurban giden öğrenci gençliğin sayısı azımsanamayacak durumda .
Taşeron firmalardaki güvenlik önlemlerinin azlığıda buna etken durumlar arasında  gösterilebilir . Çok uzakta aramamıza gerek yok çimentonun ve tuğlanın olduğu her yerde yolsuzluk , güvencesizlik  vardır ve İnşaat sektöründe sorunun cevabı basit ‘’ burda düşersen ölürsün . ’’
İnşaat sektöründen çıkıp sadece kayıtlı çalışan sayısını içeren araştırmalara baktığımızda ise  part-time çalışmada, 2003’te 216 bin lise ve üniversite öğrencisi varken, bugün bu sayının 500 bini aşmış durumda olduğunu görüyoruz.
Ve en çok medya, çağrı merkezi, perakende, mağazacılık ve sağlık sektörleri yarı zamanlı üniversite öğrencisi arıyor. Bunların arasında da en fazla tercih edilen iş kolları çağrı merkez müşteri temsilcisi, kasa görevlisi, satış danışmanı, fast food elemanları, garson, grafiker, veri giriş operatörü, tanıtım elemanı, stand fuar hostesi ve satış sonrası destek elemanı.
Birkaç örnek vermek mümkün: Çağrı merkezi (call center) sektöründe yaklaşık 40 bin kişi istihdam edilmekte ve bunların dörtte birine yakını, çoğu öğrenci olan yarı zamanlı çalışanlardan oluşuyor.  Genç emek piyasasına hâkim olan vasıfsız, geçici, güvencesiz  işlere adını veren (McJobs – Mcİş) McDonald’s restoranlarında çalışan 4.000′e yakın kişinin yaklaşık yüzde otuzunu öğrenciler oluşturuyor. Bu sayının da aşağı yukarı yüzde onu üniversite öğrencilerinden oluşuyor. İstanbul’daki restoranların sayısının fazla olması nedeniyle en çok yarı zamanlı öğrenci bu şehirde çalışıyor. Defacto mağazalarında bugüne kadar toplam 4.020 öğrenci yarı zamanlı çalışmış. Şu an ise yaklaşık 1.412 öğrenci çalışan var. Anadolu şehirlerindeki mağazalarda yarı zamanlı çalışan öğrencilerin daha çok olduğu Defacto’da öğrenciler ders programlarını ayarlamaları durumunda reyon, depo ve kasa yöneticiliği de yapabiliyor ve öğrencilere saat ücreti olarak ödeme yapılıyor. CarrefourSA’da ise üniversitelerin yoğun olduğu İstanbul, Eskişehir, Bursa, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Denizli, Tekirdağ gibi illerde çok sayıda yarı zamanlı çalışan üniversite öğrencisi mevcut. Burger King restoranlarında istihdam edilen 2 bin 600 kişiden iki bini yarı zamanlı olarak çalışıyor. Bunların önemli bir kısmı öğrenci ve müşterinin yoğun olduğu öğle, akşam saatleri, haftasonu, evlere servis hizmetinde ve call center’da tercih ediliyorlar. En çok lise mezunu ve üniversite öğrencisi olanlar tercih ediliyor. Kongre ve fuar hostesliği (stand hostesliği) de öğrencilerin yoğun olarak istihdam edildiği ve hızla büyüyen bir sektör. Öyle ki organizasyonlara eleman sağlamak amacıyla son zamanlarda çok sayıda ajans kurulmuş.
Bunca verileri değerlendirip içinde bulunduğumuz duruma göz atacak olursak  bilimden , araştırmadan soyutlanmaya   gidilmiş ve  önüne  yeniyi koyma hedefinden  uzaklaştırılmaya çalışılmış bizler bu artış gösteren yeni bileşene yönelik sağlam bir perspektif oluşturmalı ve içinde olduğumuz  alanda öğrenci gençliğin öfkesini kanalize edecek ,  burdan yol açacak militan gençliği doğurmalı ve çalışan öğrencilerin örgütlenmesinde ,  talepleri etrafında birleşmesinde rol oynuyacak asıl aracın , öğrencilerin örgütlenmesi için yaratılmış sendikalar  olmadığını gösterip burdan yola çıkarak öfkemizi örgütliyecek ve kanalize edecek aracın gençliğin devrimci militan örgütlenmesi olan Komunist örgütlenmenin olduğunu göstermeliyiz .

20 Haziran 2014 Cuma

Halil DAĞ / BOTAN DERLEMELER


'Buralar tam inziva yerleridir, heval Xelil' dediğinde sobaları yakma zamanı henüz gelmemişti ve su getirmeye gidecek olanlar sabırsızlık içinde havanın kararmasını bekliyorlardı. Sibirya soğuklarının Kürdistan dağlarını da vurduğu şu günlerde henüz istediğimiz karlar yağmamıştı ama biz kış kamplarımıza çekilmiş, tartışmalarımıza başlamıştık. Takvimler Ocak ayının yirmi birini gösteriyordu ve yer altında kurduğumuz bu karanłık odalardaki hayatımız yerli yerine oturuyordu.<!--[endif]-->
Gaz lambasının kırmızı ışığında oturmuş Botan Eyaleti'nin otuz yedi yaşındaki bu kadın komutanının simsiyah gözlerine bakıyor ve Beritan filmini tamamladığımız o günden beri böyle bir inzivaya çekilmeyi ne kadar çok istediğimi düşünüyordum. Ama var olan bulgur ve pirincimizin bardak bardak hesabını yaptığımız, çay şekerimizi teker teker dağıttığımız, ekmeğimizi günlere bölerek paylaştığımız gerçek bir inzivayı aklımın ucundan bile geçirmiyordum.
Bu düşüncelerimi ona anlatırken, geceler boyunca kan-ter içinde uğraşarak, bir kilo unun bile hesabını defalarca yaparak, bir de bütün bunların ötesinde, Türk ordusunun bütün saldırılarını göğüsleyerek hazırladıkları bu kış üslenmesinin büyüklüğünü vurgulamak istiyordum. Işıksız, ateşsiz, güneşsiz bu mağarada yaşadıklarımızın, benim için çok daha iyi ve çok daha anlamlı olduğunu dile getirmeden edemedim. Çünkü, yaratıcı ve özgür ruhlu insanların en büyük saldırılar karşısında en güçlü arınma ve direnmeyle karşılık verilerek yaratılacağına bütün kalbimle inanıyordum.
Bu nedenle, daha önce bir minnet borcum olan Gülnaz Karataş'ın bu en eski arkadaşına ikinci bir minnet borcumun oluştuğunun farkındalığıyla aynı gaz lambasının ışığında ben de susuyordum. Susarken aklımın labirentlerinden böyle bir inzivaya, bu inziva içinde karşımda oturan Nuda isimli bu kadın gerilla gibi susmaya ne kadar ihtiyaç duymuş olduğumu düşünüyordum.
‘92' yılında Almanya'nın Mannheim kentindeki bir gece okulunda başladığım ve Beritan filmini tamamlayıp kuzeye yöneldiğim 2007 yılının Temmuzuna kadar süren kameramanlık hayatımı ve kameramanlığımla başlayan ve onunla paralel yürüyen gerillacılığımı, sanat ve savaşın iç içe geçtiği bu dağlarda merak ve heyecanla atıldığım çalışmalarımı, bu çalışmalar içinde kurulan arkadaşlıklarımı, yoldaşlıklarımı, ilişkilerimi, bu ilişkiler içinde yaşadığım doğrularımı ve yanlışlarımı, yanlışlarımın ve doğrularımın toplamından oluşan hayatımı karşıma koyup cesaretlice tahlil ettikten ve acımasızca yargıladıktan sonra, şimdiye kadar yaptığım bütün herşeyi bir kenara koyup, sanatıma ve savaşıma kendimi tekrardan yaratarak, bir kez daha ve 'İbrahimhalil' ismiyle başlamayı hep hayal etmiştim.
Bilgeliğin ve doğal toplum ruhunun halen hüküm sürdüğü Botan dağlarının, Botan dağlarında sadece yaban keçilerinin ziyaret ettiği bu kuytuluk uçurumun, bu kuytudaki ellerimizle kazdığımız yer altı mağarasının, bu mağaradaki bu soğuk odanın, bu odadaki kadın gerillanın karşısında oturduğum bu sessizliğin otuz beşimden sonra kendime bir kez daha başlamak için en uygun yer olduğunu iliklerime kadar hissediyor, yıllardır aradığım o başlangıcı bulmanın sevinciyle heyecanlanırken, Botan'ın bu kadın komutanına Beritan filminden sonra bir kez daha borçlandığımı unutmuyordum.
Nuda arkadaş sessizce oturduğu gaz lambasının bu kısık ışığında bütün bunları düşündüğümden habersizdi elbette ama O da, ben de yaşadığımız bu inzivanın bu topraklarda yaşanan ne ilk, ne de son inziva olmadığını, bizden önce binlerce yıl boyunca bilincin ve iradenin özgürlüğü için Kürt insanının bu kuytuluklara sığındığını ve aydınlanmanın önüne geçmek için Türk ordusundan önce nice orduların ihtişamla kurulup bu topraklara seferler düzenlediğini de çok iyi biliyorduk.
Beritan filminin çekimleri esnasında Gülnaz Karataş'ın vurulduğu günden beri kayıp olan mezarının izlerini bulduğumuz ve hiç beklemeden aramaya koyulduğumuz o günlerde, Beritan'ın cenazesini nasıl teşhis edeceğimizi düşünüyordum. Yıllar önce gizlice, sessizce yoldaşları tarafından saklandığı gömütünü açtığımızda, Bertan'ın kendini uçurumdan attığının işareti olan boynunda, göğsünde ve bacaklarındaki kırılmış olan kemikleri gördüğüm halde içim bir türlü rahatlamamıştı. Beritan'ın kayıp bedenini bulup, O'nun toprak altındaki güzel yüzüne dokunmuş olsam da, dokunduğumuzun O olduğundan tam olarak emin olmak istiyordum. DNA testi yapma olanağımız yoktu ama ayağındaki ayakkabılarından belindeki şutığine, sarı elbisesine kadar, son fotoğrafındaki bütün izler birbirini tutuyordu. Yine de, O'nu tanıyan birisinin son noktayı koymasını istiyordum.
Nuda arkadaş bu çelişkileri yaşadığımız sırada 'Beritan benim arkadaşım' diyerek ansızın çıkıp geldi ve O'nu görmek istedi. Beritan'ın gömülü olduğu mezarı bir kez daha onun için açarken ben sessizce Nuda arkadaşı takip ediyordum. Beritan'ın yüzüne on üç yıl önce kapatılmış olan beyaz örtüyü kaldırdığımız o ilk anda Nuda arkadaşın yüzünde gördüğüm o ifade benim için yeterli olmuştu. Yıllar sonra arkadaşının gülen yüzünü ve o yüzü sevimli kılan gülümseyen ön dişlerini hemen tanımıştı ve ilk defa o zaman filmimizi gerçeğe çeviren bu ifadeye borçlandığımı hissetmiştim.
Şu gaz lambasının kırmızı ışığında O'nun yüzünde gördüğüm gülümseme ve ondan daha derinde gördüğüm ise yine aynı ifadeydi. Bu ifade nasıl Beritan'ın filminde içime su serptiyse ve sinema alanında yaptığım son çalışmama hayal ettiğimden daha büyük bir anlam kattıysa, ilk kez vurulduğum ve ilk kez kanımın aktığı Botan dağlarının bu soğuk ve ateşsiz gecelerinde sanata ve savaşa en baştan ve yeniden, bir kez daha atılırken, karşımda duran aynı ifade hem cesaret veriyor hem de anlamlandırıyordu.
Nuda arkadaş kalkmak için davrandığı sırada ansızın durdu. Daha önce bir kez minnet borcumun oluştuğu o ifadeyle yüzüme bir anlığına baktı ve ne kadar sürdüğünü tam olarak bilmediğim bu sessizlikte aklımdan geçen bütün bu düşünceleri okumuşcasına şu sözleri söyleyip gittiğinde heyecanlanmamak elimde değildi:
'Halil arkadaş, sen çok güzel çalışmalar yapacaksın.'
Halil DAĞ / BOTAN

4 Nisan 2014 Cuma

KERDOĞAN



Onursuzumuzsun bizim…

İş aynasıdır insanın bizde lafa değil icraatlere baktık ; elimize ne sürdüyse yüzüne onu sürdük  boşbakanın .
Bir ülkenin başçalanı  için  elbette söylenecek çok söz vardır ;   Erdoğan da 12 yılda  hayatımızdan , zamanımızdan çalarken ;   bize de neler söyletti neler. Hayatta herkesin kötü anıları olmuştur ; 80 darbesinde işkencelere maruz kalmak , 90’larda en ağır sert baskılarla karşı karşıya bırakılmak ve şimdi 2000’lerde (RTE) seninle tanışmak gibi.
Tabi yine en vahimi  2000 li yıllarda dünyaya gelen  kardeşlerimiz henüz sensiz bir dünyayı tanıma ve yaşama şansı bulamadılar.
Yeni faşist rejimler oluşmuş , hükümetler değişmiş , yeni yöneticiler getirilmiştir bu ülkenin başına
ancak ;  bir türlü rejimin baskıcı otoriter ve faşizan yüzü ile önce kürt halkının karşı karşıya gelmesi nin makus talihi bir türlü kırılamamıştır.
Erdoğan döneminde de bu böle oldu  Kürt sorunu yoktur bakışlı politikalarıyla Kürdistanda katliamcı bir hareket çizgisinde ilerliyen Erdoğan  kürt gençliğine kendini Kerdoğan olarak tanıtmakta elinden geleni yaptı. Nitekimde Kürtler için Kerdoğandan başka birşeyde olamadı .

Aynı zaat Türkiye de gezi ayaklanmamızda halkına biber gazı ve tazikli su dışında bir şey reva görmez iken bizim içinde  Recep Tazyik Gazdoğan’dan başka bir şey olmadı.
Keza kendi izleyicisi içinde durum değişmedi ;  Dış güçlerin oyunu, uluslararası büyük bir komplo dedi, kendi yandaş gazetelerin arasında bile “Atma Recep din kardeşiyiz” itirazları yükseldi…
Dönüp de bu kez eylemlerin arkasında ” yerli faiz lobisi” var dedi. Oysa halk gördü ki onun başbakanlığın döneminde servetlerine servet katan faiz lobisinin borsa düşecek diye eylemlerden ödü kopuyordu…
Şimdi söylüyoruz sayın boşbakan ; Bunların hepsi çapulcu diyipte; çapulcu sözcüğünü halka sevdiren sen değilmiydin ?
“Camiye saygısızlık ettiler, bira içtiler” diye dindar insanları kışkırtmaya çalıştın. Bizzat o caminin din görevlileri  tarafından yalanlandın.

Yine aynı keza daha düne kadar Haramilerle kol kola giren  kardeşlerdiniz ,   peki bugun  ne oldu?  öküz öldü ortaklık mı bozuldu  ?  ‘’ haşaşiler’’  yolsuzluklarını ortaya döktüğünde halkımızdan yükselen sesin  Hırsız Tayyip Erdoğan dışında bir şey mi olacağını bekliyordunuz sen ve iktidarın ?

Yine bu ülkede Meraklı komşu, huysuz ev sahibi, jinekolog Başbakan  varken bu  vajina bekçisinin  dışında   kadının beyanı hiç esas olurmuydu ?
Nitekim olmadı da ; Kabataş'ta başörtülü bacıyı 80-100 kişilik üstleri çıplak, deri eldivenli adamlar tartakladı, kadının kucağında bebeği vardı, acımadılar bir de üstüne idrarını yaptılar dediğinde esas olan tabi yine bizim ahlak bekçisinin beyanıydı ; Buna karşılık peki iş başörtülü ‘’ bacımıza ‘’ uzanıncaya kadar     hangı mağdur edilen  kadının beyanı esas alındı mahkemelerınızde karakollarınızda ?

Bütün ötekileştirilenler yok sayılanlar , devletin tunç eli ile karşı karşıya bırakılanlar kuşkusuzki ateş ve barut altında bir yaşam inşa etmişlerdir . Biz ezilenler içinde yukarda belirttiğimiz gibi herzaman bir başbakandan öte bizim   için bir  ‘’Yalancı Hırsız tayip -  Kerdoğan –  Gazdoğan ‘’isimleri ile belirttiğimiz bir diktatör var oldu.
Ama kesinlikle Erdoğanın bunca belirgin özellikleri en başta bir diktatör sıfatını hak ettiriyor kendisine.
Parti, hükümet, medya ve devlet erkânı üzerindeki hâkimiyeti burjuva demokrasilerinden ziyade çıplak diktatörlüklerle yönetilen ülkelerde görülebilen bir modele dayanıyor. Tedirginleştiği ve paniklediği zamanlarda her diktatör gibi öfkelenip ve anında “one minute” moduna geçmektekte.

25 Ocak 2014 Cumartesi

YABANCILAŞMA KURAMI VE ÖĞRENCİ GENÇLİK


                 YABANCILAŞTIRMA KURAMI İÇERİSİNDE ÖĞRENCİ GENÇLİK

Gençlik deyince, nesnel bir algı olarak , ilk akla gelen, belirli bir yaş dilimini oluşturan toplumsal kategori olmamalıdır. Gençlik bir “yaş sorunu” değildir kazasız belasız atlatılması gereken bir dönem de değildir ki ancak ;   egemen sınıfların  çıkarlarını korumakla yükümlü olanlarca  , sosyal bir problem dönemi olarak ilan edilmiştir.
Gençlik
dayatılana değil, inandığı ve aradığı  dünyaya ulaşmak için  sorgulayan ve  reddedendir.
Daha o doğduğu andan itibaren  belirlenen ona bahşedileni değil özgürce kendisi için uygun olanı arayandır.
Evet genciz ve  yaşamımızın belirgin özelliklerini taşıyabilecek bir dönemden geçiyoruz . Eskinin önüne yeniyi katma çabası içinde olduğumuz  bu  dönemde yaşamımızda  biyolojik, psikolojik ve sosyolojik değişimlere uğrayabiliriz  ve bir yabancılaştırılmaya tabi tutulduğumuz  süreçten geçebiliriz.
Marx İki tür yabancılaşmadan söz eder  bunlardan ilki, ‘’doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşmadır. İnsan, doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır. Bu insan oluşu açıklayan niteliğiyle olumlu karşılanan yabancılaşmadır, zorunlu bir süreç olarak anlaşılır. İkinci yabancılaşma ise, bizzat ,  kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır.
Peki sistem biz öğrenci gençliği nasıl yabancılaştırmaya çalışıyor ?
Sistemin ideolojik saldırılarıyla katmerleşen yabancılaşma, biz  lise ve üniversite gençliğini kendi sorunlarımıza ve toplumsal sorunlara duyarsız, gelecekten beklentisi olmayan, bilimsel düşünebilmekten uzak bir birey haline getirmeye çalışıyor.
Bu durum önce bizi lise hayatımızda karşılıyor daha okuldan içeri ilk girdiğimiz andan itibaren kapalı kutu hissi verdiren insanı boğan sınırlarını daraltan yüksek okul duvarları karşılıyor bizi .
Ardından da okul yönetimi ( otorite ) şekillendirmeye çalışıyor   ,otoritenin itaat ettirme  arayışları  kıyafetimize , saçlarımıza  , okul bahçesinde etek boyuna  müdahale edecek düzeyde , cinsiyetçi ayrıştırmalarla karşımıza çıkıyor.
Sınıflarda  ise  bilimsellikten uzak gerici ezberci  bir eğitim sistemiyle doldurulmak isteniyoruz.
Geleceğin üretici gücü olarak görünen biz gençler daha lisede staj adı altında ya çok düşük bir ücretle ya da hiç  ücret ödenmeden çalıştırılarak sömürüye maruz bırakılıyoruz.
Bütün bunlar
yazılı disiplin kurallarıyla desteklenmiş  baskıcı eğitim sisteminin lisedeki  en çarpıcı yansımalarıdır.
Tabi bu uygulamaların amacı ;  biz öğrencileri Sabah erken saatte staja giden , geri kalan vaktini okulda  harcayan bunun dışında kalan vaktini ancak yaşamsal faaliyetlerini  sağlamak için kullanan kişiler haline getirmek   ;  bilime , felsefeye , yeniyi bulma arayışına yabancılaştırılmak adına  yapılmıştır.
Ancak gençliği yabancılaştırma arayışları en sert yönleriyle ünüversitelerde karşımıza çıkar . Biz üniversite gençliğini, diğer gençlik gruplarından ayıran en önemli özellik,  geleceğin  yöneticisi  ve karar verici adayları olmamızdır . Sistem  içinde bundan tehditkâr bir hal yoktur.
Alışageldiğimiz  bir çevreden farklı bir ortama gelen bizler. Bu ortamda geleneksel değer algıları, tutum ve davranış kalıplarını  yıkılmalı , ‘’ geleneksel düzene yabancılaşarak’’  kendimizi istediğimiz  noktada bulmalıyız . 
Bu süreçte  bocalayabilir,  sistemce  ‘’ doğal  yabancılaşma sürecimizden ‘’ çıkarılıp  otoriter eğitim  sistemin in yarattığı yabancılaşmayla karşı karşıya bırakılabiliriz  .
Üniversiteye giriş, üniversite algısı, yönetim yapısı, kampus yerleşimi, barınma sorunları   yabancılaşma eğilimlerimizi kuvvetlendirecek etkenlerdir.
Bizler kampüste paylaşma dugusundan , duyarlılıktan fedakarlıktan uzak  kendi arasında bir rekabet kültürüyle karşı karşıya bırakılmak isteniyoruz.
Bu vize , final zamanlarından tutda , kulüp faaliyetlerine kadar böyledir.
Ancak bu durum biz eskiyi yıkma önüne yeniyi koyma arayışında olan gençliği kendi emeğimize ve karşı ilişkilerimize yabancılaştırmamalıdır ; aksine , karşı ilişkilerimize  kolektif duyguyu ve birlikte üreterek kazanabileceğimiz algısını taşımalıyız .
Yerleşik norm ve alışkanlıkların dışında bir arayış içinde olan bizlerin bütünleşeme çabalarımız barınma yaşamımızda da   “yabancılaşma” olgusunu gündeme getirmektedir.
Gelenekselin dışında bir yaşam alanı ile tanışan bizler   bütünleşme  sıkıntısı  ile karşı karşıya kalabiliriz .
Bu durumla da en fazla öğrenci yurtlarında karşılaşacağızdır.
Çünkü katı disiplin kurallarıyla desteklenmiş olan , cinsiyetçi ayrışımlara  tabi bırakıldığımız özellikle karma olmayan yurtlarda ;  bütünleşme kaynaşma çabalarımız boşa çıkarılmaya çalışılacaktır.
Öğrenci yurtları Sadece uyumak , beslenmek gibi yaşamsal faaliyetlerimizi gerçekleştirdiğimiz alanların dışına çıkarılmalı ve yeni arayışlara ortak edebileceğimiz  insanlar bulunmalıdır.
Bunu yapmanın yolu da baskıcı denetimci olguyu zorlamaktan , yurtları bir kolektif yaşamın  birlikte üretimin merkezi haline getirmekten geçiyor.
Örneğin; daha somut konuşmak gerekirse nasıl kulüp faaliyetlerinde etkin rol alarak okul içerisinde , okul yönetiminin dominant taraflarını kırmaya çalışıyorsak bunu da yurtlarda yapabiliriz.

Bizlere  ; yemek paraları, barınma masrafları, ikinci öğretimde harçlarla boğuşmak  üniversitenin yönetiminde söz hakkı tanınmamak reva görülürken , bu yabancılaştırılma sürecinin önüne gençlik örgütlenmemizle  geçmeliyiz.
Okullarda oluşturacağımız ve aktif bir biçimde yön vereceğimiz kulüp faaliyetleriyle, yemekhane sorunundan tut da ulaşım sorununa kadar ;  çözümün  adresinin örgütlü saflarımız olduğunu göstermek , lümpenleşmenin önünü almak ; “yalnızlık”, “dışlanmışlık” duygusunu taşıyan  “bilgi edinme isteği” ve  “kültürel, sosyal bir eksikliği” hisseden gençler üzerinde yön verici ve aktif bireyler olmak bütün bunlar gençliğin yabancılaştırılmaya çalışılmasının önünü alacak ,  sorunun çözümünde bizlere  yardımcı olacaktır.



7 Kasım 2013 Perşembe

BİZ KİMİZ?Sosyalist Gençlik Dernekleri olarak özgürlük ve sosyalizm için yürüyoruz. Gençlikle sosyalizm buluşursa ne olur? Sorusuna yürüyerek verdiğimiz umutlu yanıt: ‘şahane bir şey olur’a götürüyor bizi.Neden sosyalizm, neden gençlik?Bu toprakların toplumsal mücadelesinin değişik anlarında görüldü ki; gençlik ilerici, aydın ve militan bir rol oynuyor ve bu rol çoğu zaman bütün toplumsal hareketin temel bir belirleyenine dönüşüyor. Gençlik, işçi sınıfının, emekçilerin mücadelesini çoğu zaman kendi mücadelesi olarak algılayıp öne atılmıştır. Üniversiteler, liseler bu mücadelenin izlerini taşır, taşımaya devam ediyor.68’e devrimci rolünü veren binlerce gencin iradesi selamlanmalıdır. Faşizme ve emperyalizme karşı idam sehpalarını tutuşturan, Denizlerin, Yusufların, Hüseyinlerin genç ve aydınlık yüzü yıllar sonra bile hala ışık oluyor bize. Üniversitelerden çıkıp köy köy, şehir şehir dolaşan, İbrahim Kaypakkaya’ların ser verip sır vermeyen iradesi bilincimize yol gösteriyor. Mahirlerin feda ruhu, direngenliği binlerce gencin ideallerini besliyorGENCİZ!Gençlik… Zengin mücadele deneyimleriyle dolu bir tarihe sahip ve böyle de olması gerekir. Çünkü gençlik aydınlanmanın, yeninin, ilerinin fitili olabilecek en önemli kuvvetlerdendir. Sorgulamayı, soru sormayı, reddetmeyi ilk o başarmalıdır. İlk o ileriye atılabilmeyi ve yeni bir yaşam düşü için savaşacak iradeyi gösterebilmelidir.Evet genciz... Aydınlık düşlerin, gülümseyen ve parıldayan yeninin vazgeçemeyeceğimiz özgürlüğün ve bitip tükenmez arayışın adıyız.Evet genciz... Bize dayatılana değil, inandığımız istediğimiz dünyaya ulaşmak için dur durak bilmez bir enerjiyle doluyuz.Evet genciz… Başka bir dünyanın mümkün olduğunu kazıyarak bilincimize, dünyayı çaresizlikten kurtaracak formülü mutsuz milyonların umuduna dönüştürmek için varız.Evet genciz... Ve bizler sosyalizm idealinin genç sesiyiz.Neden sosyalizm?Çünkü kapitalizmin bize verebileceği hiçbir şey yok, olamaz da.Çünkü kapitalizm, bir avuç sömürücü zenginin refahı mutluluğu için milyarların açlığı düşkünlüğü sefaleti çaresizliği anlamına geliyor.Çünkü kapitalizm, yerlerinden yurtlarından edilmiş toprakları işgal edilmiş halkların ölüm fermanıdır.Çünkü kapitalizm, dizginsiz sömürünün adı olan emperyalizmin kaynağıdır. Dünya bir avuç sömürücünün, emperyalist yayılmacı siyasetinin kurbanı haline getirilmek isteniyor. Filistin’de kurşunlanan çocuklar, Irak’ta katledilen yüzlerce insan, Afganistan’da zorla göç ettirilen binler, kapitalizmin ve emperyalizmin savaş politikalarının kurbanı oluyor.Çünkü kapitalizmin adaleti sayesinde, raflarda yiyecekler çürüyüp giderken her gün binlerce çocuk, yaşlı, genç açlıktan ölebiliyor. 21.yy’ da her gün yüzlerce çocuk önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybedebiliyor.Çünkü kapitalizm eşitsizliğin, adaletsizliğin, işkencelerin, baskıların, işgallerin adı...Çünkü kapitalizmin biz gençlere verebileceği tek şey, geleceksizliktir.Çünkü kapitalizm kar uğruna her şeyi satılığa çıkarmıştır. Eğitim de bunun önemli bir parçası. Harçlar, kayıt paraları, özelleştirilen okullar, eğitim hakkının her geçen gün daha fazla yok edilmesin neden oluyor. Yüz binlercemiz ÖSS engeline takılarak üniversite kapılarında sürünüyor, öte yandan binlerce üniversite mezunu da KPSS engeli bir yana, elinde diplomasıyla işsizlikle debeleniyor. İşsizliğin girdabındaki bizler; intiharların, yozlaşmaların, bunalımların, umutsuzluğun eşiğine sürükleniyoruz.Çünkü kapitalizmde soru sormak yasak, düşünmek yasak, araştırmak yasak, genç olmak yasak… Bunlar sadece sömürücü sınıfların kullanma hakkına açık.Çünkü kapitalizmde bizlerin ne düşündüğünün ne istediğinin hiçbir önemi yok. Bizim adımıza ya YÖK, ya ÖSYM ya da devlet karar verebilir ancak. YÖK sisteminin dışına çıkarsak eğer, ya teröristlikle suçlanırız ya soruşturmalara maruz kalırız ya da cezalar sonucunda okullarımızdan atılırız. Kapitalizmin gençliğe sunduğu özgürlük anlayışı işte bu! Sesini çıkarma, çıkartana aldırma, haklarını unut, düşünme, sorgulama, reddetme… Yalnızca sana söylenenlere uy!Biz reddediyoruz. Kapitalizmi de onun düzenini de reddediyoruz. Her gün daha fazla çürüyen bu sistem, tarihin çöplüğüne gitmeye mahkûmdur.Sosyalist Gençlik Dernekleri, gençliğin sosyalist tutumunun öncüsüdür, onun sesi soluğudur. İnsanca yaşamayı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunan bizler bunun ancak sosyalizmde mümkün olduğunu biliyoruzSosyalizm insanlığın gerçek kurtuluşuna açılan kapıdır. Biz Sosyalist Gençlik Dernekleri, bu ideali daha fazla gencin umuduna dönüştürmek için varız. Kampuslarda, okullarda, sokaklarda bunu anlatmak sosyalizm saflarında çoğalarak birleşmek için varız. Yeni dünya düzeni aldatmacasına, kapitalizme, emperyalizme karşı gerçek alternatifin sosyalizm olduğunu göstermek için varız. Biz ezilenlerin umudu olmak için varız.Sosyalist Gençlik Dernekleri olarak sosyalist düşünceyi yaymak, geliştirmekİddiamızın yanı sıra temel sorunlarımıza karşı mücadele yürütüyoruz. SGD’ler olarak, tepemizde yıllardır eksik olmayan YÖK’e karşı özerk demokratik üniversiteyi savunuyoruz. Üniversiteleri kışlaya, öğrencileri de askere çevirmeyi amaçlayan YÖK mücadelemizin hedefindedir. Tek tipleştirmeye, robotlaştırmaya karşı sorgulayan, reddedebilen, düşünen ve haklarına sahip çıkan bir gençlik olmak; YÖK düzenine karşı çıkmakla başlayacaktır.Üniversitelerin gerçek sahibi olan öğrenciler, öğretim görevlileri bu mücadelenin büyütülmesinin temel dinamikleri olacaktır. Sosyalist Gençlik Dernekleri eşit, parasız, bilimsel, anadilde, demokratik eğitimi savunur. Eğitimin özelleştirilmesine, paralı hale getirilmesine karşı mücadele yürütür. Üniversite kapılarında kurulan alternatif üniversitelerde, ÖSS merkezlerinin önünde yapılan eylemlerde, liselerde yapılan şenliklerde, sayısız panelde, kurultayda hep aynı amaç yön verdi bize.Eğitim parasız olmalıdır ve bu en doğal ve insani hakkımızdır. Eğitim nitelikli olmalıdır. Beyinlerimiz milliyetçilikle, anti-bilimsel fikirlerle yozlaştırılmamalı, ezberleyerek değil öğrenerek, pratikte uygulayarak kavramayı hedef alan bir eğitim sistemi anlayışı kurulmalıdır.Eğitim eşit olmalıdır. Bir avuç "ayrıcalıklı" kesimin çocukları milyarlarca liralık harcamalarla en iyi okullarda okuyup üniversite sınavı çilesi çekmezken, milyonlarca işçi-emekçi çocuğu geleceğinden bir haber seçmeci-elemeci sınav sisteminin kurbanı oluyor. Bizler de ÖSS'ye ve sınav sisteminin bu sonuçlarına karşı mitingler düzenledik, eylemler yaptık, yapmaya da devam ediyoruz.Biz; susmayı değil soru sormayı amaç edinmiş kolektif paylaşımı hedefliyoruz. Eğitim atölyelerimiz, tartışma toplantılarımız bunları geliştirme isteğimizin bir sonucudur. Ayrıca yaz kamplarımız, kültürel-sanatsal faaliyetlerimiz de belirtilmelidir. Yeteneklerimizin geliştirilmesi ve buradan daha güçlü bir üretimin açığa çıkarılması önemlidir. SGD'ler olarak bu amaç ekseninde müzik grupları, tiyatro atölyeleri, şiir dinletileri, sportif faaliyetler, satranç futbol turnuvaları vb… kolektif çalışmalarla bu üretimi ortaya çıkarmayı hedefliyoruz. Okul ile ev arasına hapsolmuş asosyal, tekdüze bir yaşama karşı paylaşımları büyüttüğümüz çalışmalarla daha özgüvenli, daha yaratıcı, daha genç olmayı başarmak istiyoruz.Sosyalist gençler olarak, toplumsal mücadelenin bir parçası olduğumuzun bilinciyle hareket ediyoruz. İşçi sınıfının, emekçi memurların, kadınların, Kürt halkının mücadelesinin yanındayız. Mayıs'larda, işçi grevlerinde ve eylemliliklerinde, emperyalist savaşa karşı duruşta, NATO'ya karşı yükseltilen tepkide, tecrite karşı gösterilen kararlılıkta, Kürt halkının mücadelesinde SGD'ler olarak yerimizi aldık.SGD'ler militan mücadelelerin de öncü gücü olmuştur. 18 Mayıs'larda, 6 Kasım'larda, 13 Mart'larda gösterilen irade soruşturmalara ve baskılara anlamlı çıkışlar olmuştur.Demokratik Lise İstiyoruz!Liseli gençliğin sorunları çığ gibi büyüyor. Eğitimde fırsat eşitsizliği gün be gün artıyor. Artık katkı payını verenler ve vermeyenler ayrımı sınıflara, sıralar yansıyor. ÖSS kabusu, her yıl yapılan değişimlerle daha büyük bir sorun haline geliyor. Her yıl kendisini nasıl bir maratonun beklediğinden habersiz, liseliler koşturuyor bir üniversiteye kapağı atmak için. Liselerde yozlaşma artıyor. Geleceğinden umudunu kesenler geleceğini uyuşturucuda alkolde arıyor. Okul önünde, içinde uyuşturucu satışı yapanlar engellenmiyor, idare, polis göz yumuyor ya da yer yer doğrudan destekliyor. Okuldaki şiddete kaynaklık edenler, şiddeti önleme adı altında liselileri potansiyel suçlu ilan ediyor. Şiddet eğilimi olanları açık liselere almaktan bahsediyorlar. Liselerde disiplin yönetmeliği yeniden ele alınıyor. Hiçbir hakkı zaten olmayan liseliler daha fazla baskı altına alınacak. Bizler bu gidişata dur diyoruz. Geleceksizlik içinde kaybolmak, çetelerle anılmak, fırsat eşitsizliğiyle dışlanmak, paramız kadar okumak istemiyoruz. Demokratik bir lise istiyoruz. SGD’ler olarak bir taraftan liselilerin sosyalist düşünceler etrafında birleşmesini, aydınlanmasını, mücadele etmesini amaçlarken; diğer taraftan liselilerin yaşadığı sorunlar etrafında kendi birim örgütlenmelerini oluşturmaları gerektiğini düşünüyoruz. Liseli Öğrenci Birlikleri (LÖB) liselerde tüm bu sorunlara karşı tüm liselilerin birleşebileceği adresler olabilir.“ Gerçekçi ol imkânsızı iste”Biz SGD'li gençler; Che'nin "Gerçekçi ol, imkânsızı iste." şiarının öncüsü olma iddiasını taşıyoruz. Evet, iddiamız büyük ama biliyoruz ki "Herkes düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür". Biz özgürlük yürüyüşümüze yeni bir soluk kattık SGD'ler ile. Bu üç yılda eksikliklerimizle, hatalarımızla, başarılarımızla çok şey öğrendik.Bizimle birlikte yürümek, üretmek, paylaşmak isteyen herkese kapımız açık…


SGDF

Gurbetelli ERSÖZ

Adı Soyadı: Gurbetelli ERSÖZ
Kod Adı: Zeynep
Doğum yeri ve tarihi: 1965, Palu
Katılım yeri ve tarihi: 1989, Adana
Şehadet yeri ve tarihi: 1997, Güney Kürdistan
Görevi: YAJK MERKEZ ÜYESİ
Gurbetelli Ersöz 1965 yılında Elazığ’ın Palu ilçesinde doğdu. Çukurova Üniversitesi Kimya Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1989 yılında tutuklandı, 1993'te cezaevinden çıktı. Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 1993'te tekrar tutuklandı, 1994'te serbest bırakıldı. 1995'de gerillaya katıldı ve 1997 Ekim'inde Güney Kürdistan'da şehit düştü. Gurbetelli Ersöz'ün 1995-97 yılları arasında tuttuğu günlüğü "Yüreğimi Dağlara Nakşettim" adıyla yayımlandı. Gazeteci, akademisyen, gerilla... Gurbetelli Ersöz, işkenceler gördü, zindanlarda yattı. O, otuz yaşına kadar dünyanın tüm duygularını, bir halkın özgürlüğü için verilmesi gereken tüm enerjiyi halkına veren bir Kürt kadını. İşkenceler, zindanlar görmüş, dağlarda silah kuşanmış gazeteciliği ile Kürt gazetecilik tarihine ve özgür basın geleneğine onurlu bir iz bırakan Gurbetelli Ersöz'ün 1995-97 yılları arasında gerillada tuttuğu günce yayımlandı.
Gazeteciydi... Gazeteciliğe 1993 yılında Özgür Gündem gazetesinde başladı. Eğitim düzeyi, bilimsel ve kültürel birikiminin etkisiyle kısa sürede meslekte önemli gelişmeler kaydetti ve bu gazetenin genel yayın yönetmenliğine kadar yükseldi. Özgür Gündem Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'yken, gazete 10 Aralık 1993 tarihinde, Dünya İnsan Hakları Günü'nde yüzlerce polis tarafından basıldı ve çalışanları gözaltına alındı. Gazete çalışanlarının büyük bölümü bir gün sonra serbest bırakılırken, Gurbetelli Ersöz ve 17 gazete çalışanı gözaltında tutuldu.
Direnişçiydi... Gazeteciler, 13 gün süren gözaltı süresince açlık grevi yaptılar. Yoğun işkenceyle geçen gözaltından sonra, 23 Aralık 1993 günü İstanbul 5 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne çıkarılan gazetecilerden Gurbetelli Ersöz arkadaşları "örgüt üyeliği" suçlamasıyla tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi'ne konuldular. Gurbetelli Ersöz'ün, bu tutuklamayla ikinci kez mesleğini yapmasına izin verilmedi ve yargılama sonucunda 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Yaklaşık 6 ay tutuklu kalan Ersöz, 16 Haziran 1994 tarihinde serbest bırakıldı.
Özgürlükçüydü... Bu olaylara kontrgerilla tehditleri de eklenince Türkiye'de çalışma, hatta yaşama koşulları kalmayan Gurbetelli Ersöz, 1994 yılının yazında önemli bir tercih yaptı ve gerillaya katıldı. Yaşamını halkların özgürlüğüne, devrime adayan Gurbetelli Ersöz, 1997 yılında Güney Kürdistan’daki savaşta yaşamını yitirdi.
Irmak Gibi Dingin Bir Akıcılıkla Başladı Söze…
Ateş, birleştiren, arındıran, yakan ve aydınlatan ruhuyla insanları bir araya topladı, aydınlattı ve ısıtarak birbirine bağladı tarihten bugüne dek. Bugün de bizler bu ruhun çekiciliğiyle bir araya gelip, ateşten gerçekleri tartışıyoruz. Tartışma tabii ki ateşten başlıyor, önce onu özel, çekici ve bazen de ulaşılmaz kılan yanlarından söz ediyoruz, biraz sonra söz ateş gibi gerçeklere akıyor ve ısıtan aydınlığında takılı kalıyoruz ateşin, ateşten gerçeklerin. Her arkadaş da değişiyor ateşin öyküsü, kimi ateşi bahara benzetiyor, açan bir gül gibi her aleviyle sönükleşen ölüm gibi ‘kış soğuğunu bitiren bir bahardır ateş’ diyor ve ekliyor sıcağıyla buz tutmuş yürekleri düşünceleri ve bu haliyle ölümü söyleyenleri eriterek baharı getirir yüreklere ve yüreklerin yaşadığı ülkelere...
Bir arkadaş; “Kış soğuğunu parçalayıp yok eden bahar gibidir ateş” diyor. Ölüm gibi, kış soğuğundan sonra yenileyiciliği sıcaklığıyla baharda doğaya verdiği yaşamla aydınlatır evreni. Bir başkası, yaşam ve ölümün kavgasına benzetiyor kış ve baharın çatışmasını ve yaşamda bahar gibi ateş gibidir. Yaşamın gerçekliği ateş gerçekliğidir, yakıcı ve keskin diyor. Sonra bir bayan arkadaş sözü alıyor ve üçünün yani yaşam, bahar ve ateşin birleştiği bir nokta buldum diyor. Herkes başını kaldırıp şaşkınlıkla ona bakıyor, ilgiyi gören arkadaş biraz daha uzatıyor lafı bunun üzerine, ateşin içinde uzak yerleri arayan bakışları da kazanıyor ve bunun uzun sürmeyeceğini bildiğinden daha fazla uzatmadan söze başlıyor. “O noktada kadın var”diyor. Yaratıcı bereketiyle bahar gibi, yakıcı ve yenileyiciliğiyle ateş gibi, çelişkisiyle yaşam gibi olan kadın vardır. Bunun üzerine, birçok bakışın alevlerin dansında yakaladıkları derinlikten çıktıkları uzak yolculuklara, kaldığı yerden devam etmek için ateşe dönmesi, yıldırmadı arkadaşımızı, bu sıcak ve hareketli tartışmayı zaman ve mekânın dışındaymış gibi izleyen bizlerse, merakla sözün devamını bekliyorduk. Yeni bir atakla söze başladı. Yeniden “Ve o noktada duran kadının adı var” başarılı bir ataktı doğrusu ve tüm bakışları yeniden kazanmıştı. Bu kazanım aynı zamanda sıcak ve hareketli bir tartışmayı haber veriyordu bize. Üzerine dönen bakışlar kim? Sorusunu soruyordu, çok uzak kendi mecrasında akan bir ırmak gibi, dingin bir akıcılıkla başladı söze: Adı: ZEYNEP’TİR o kadının.A Ülkesini, tarihini, kültürünü, toprağını her şeyini yani insanlığını ve kadınlığını kaybetmiş bir neslin öfkesiyle durur, o noktada yaşamını geri ister ve işte burada başlar. Ateşten gerçekliği, ışıktan yaratılmış gövdesiyle karanlık karşısındaki sarsılmaz duruşuyla, ateşin karanlığa karşı pervasızlığın adıdır, Zeynep (Gurbetelli ERSÖZ) yoldaş. Bir an sustu, tüm gözleri tek tek dolaştı, gözleri en son ateşin alevlerinde durmuştu. Bu suskunluk, öykünün devamını arayan bir bekleyişi söylüyordu. Söyleyeceklerimin ağırlığından olsa gerek, kelimeleri daha bir seçerek devam etti.
Akdağ’ın beyaz ve soğuk ıssızlığında özgürlüğün şarkısını söyleyerek, yaşamı akan Murat suyu gibi sömürgeciliğin ölümden soğuk, kışından bir ateş topuydu, ülkesinin bağrında kadın rengindeki bir yaşamda, özgürlüğün kanat sesiyle aşk ve kavga şarkılarını söyleyen, ölümü toprağa kattığı yaşam özüyle ateşi harlayıp büyüttü sadece ve büyüyen ateş var olmanın aydınlığıyla meydan okudu ıssız karanlığa. Toprağın bereketinde, yaşam bulan her doğa parçasında ve her kadın yüreğinde, yerden var oluyordu. Artık adı bir çağrı oldu geride kalanlara, şiir gibi yaşamıyla özgürlüğe çağıran türkülü bir sesti, kulaklarda yankılanıp, Murat suyunda akan.
Sustu, ortalığı boğan bu bıçak gibi sessizlik, herkes gibi beni de üşütüyordu. Uzandı, harlanan ateşe konuşuyordu sanki “Ateşten gerçeklerle karşı karşıya gelmek, mücadele edebilmek için ateş gibi olmak gerekir” soran bakışlarla etrafına bakındı, ama etrafta tek bir ses vardı, zamanın ıssız sokaklarında dolaşan ateşin rüzgâr soğuğu sessizliği, bozmak istedi yapamadı kalktı. Yürüdü ateşin rüzgâr soluğunun peşi sıra...